MEHTER MARŞLARI
Çağrı
Hicaz Hümayun Peşrevi
Yinede Şahlanıyor
Buna Er Meydanı Derler
İhtiyatlar Silah Çatmış
Estergon Kal'ası
Kırımdan Gelirim
Ey Gaziler
Mehter Vuruyor
Eski Ordu Marşı
Ceddin Deden
Artar Cihatla Şanımız
Mehter Marşı
Rast Peşrevi
Gülyüzünde Göreli
Ordunun Duası
Eski Malazgirt Marşı
Yelkenler Biçilecek
Sancak Marşı
Devlet Marşı
Genç Osman
Osman Paşa Marşı
Hücum Marşı
Gülbank
Mehter Marşları Kaseti 1
Mehter Marşları Kaseti 2
Mehterin Tarihçesi
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Mehterin Kuruluşu
Yeniçeri ocağının bir parçası Olan Mehterin , hangi tarihte kurulduğu kesin olarak tespit edilememekle birlikte bunun, 14. yüzyılda I. Murat (Hüdavendigar) döneminde Çandarlı Kara Halil Paşa’nın tavsiyesiyle bir ocak halinde kurulduğu söylenebilir.[kaynak belirtilmeli] Bazı kaynaklarda bu kuruluşun 1365 yılında olduğu söyleniyorsa da büyük bir ihtimalle bunun 1362 yılında olduğudur. Özelikle Orhan Gazi’nin Alevî-Bektaşilikle ilgilendiği bilinmektedir. Orhan Gazi yeniçeri teşkilâtı kurulacağı zaman Hacı Bektaş dergahına gelir. Yeni kuracağı yeniçeri ocağı icin dua ister. Hacı bektaş, Pir’i de Bunların adı yeni asker Yeniçeri olsun diyerek Cenabı Hak yüreklerini ak, pazularını kuvvetli, kılıçlarını keskin, oklarını tehlikeli, kendilerini daima galip buyursun diye dua eder. O yüzden yeniçeri ocaklarına Ocak-ı Bektaş-î-yân , kendilerine Taifei Bektaş-î-yân, Güruh Bektaşiye, Zümre-i Bektaşiye gibi isimler vermişlerdir. Osmanlı Devleti, devşirme denilen Hıristiyan çocuklarından oluşturduğu orduyu Hacı Bektaş-ı Veli’nin düşüncelerinden yararlanarak eğitti ve şekillendirdi. Yeniçeri Ordusu denilen bu ordunun ve bağlısı Mehteranın başında bulunan ağa da Bektaşî idi. Bu ordu, 1826 yılına kadar Osmanlı Devleti’nin birinci gücü olmuştur. 1826 yılına kadar Osmanlı Ordusu savaşa gitmeden önce, Yeniçeri ocağından bir müfreze Hacıbektaş’a geliyor, Dergah Avlusu’nda saf tutarak, Hacı Bektaş-ı Veli Evlâdı’ndan postnişi olan zatın da katılması ile:

Mü’miniz Kalû-Beli’den beri…
Hakkın Birliğine eyledik ikrar…
Bu yolda vermişiz seri…
Nebimiz vardır Ahmed-i Muhtar…
La Yezal mestaneleriz…
Nur-ı ilahide pervaneleriz…
Sayılmayız parmak ile tükenmeyiz kırmak ile…
On iki imam Pir-i tarikat cümlesine dedik beli…
Üçler, beşler, yediler…
Nur-ı Nebi Kerem-i Ali,
Pirimiz üstadımız Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli…
Demine devranına Hü diyelim Hü!

diye gülbang çekiyorlar (dua ediyorlar) ve Pir’den himmet istiyorlardı. O tarihlerde yaşayan kişilerden aktarılan bilgilere göre Yeniçeriler’in gür sesi Hacı Bektaş-ı Veli’ın her tarafından duyuluyordu. Bir yeniçeri gülbengi (duası) daha:

Allah Allah İllallah, baş üryan, göğüs kalkan, dide al kan, sine püryan; Bu meydanda nice başlar kesilir hiç olmaz soran; Kahrımız, kılıcımız düşmana ziyan, kulluğumuz, padişaha ayan; Sayılmayız parmakla, tükenmeyiz kırmakla; Üçler, Beşler, Yediler, Kırklar Nur-û Nebi, Kerem-î Âli, Hacı Bektaş-ı Veli; Dem-ü, devranına hü diyelim, Hüüüüüüü. Mehter teşkilatının başında devletin Emiri Alem denen bir memuriyet makamı vardı.Mehterhane ve onun başı olan mehterbaşı ona bağlı idi.Bütün mehter teşkilatının başı olan Emri Alem Mehter bölüklerine yapılacak teyinleri tastik etmek, Elçi kabul törenlerinde hazır bulunmak,Sancak beyliğine tayin edilen kimseye yeni sancak iletmek ve göndermek gibi selahiyetlere sahipti. Mehter teşkilatına iki türlü mehterhane (mızıka takımı) bağlı idi 1- Tabi-ü Alem yani Çalgıcı Mehter (Yeniçeri Ocağına bağlı) 2- Esnaf Mehteri (Ahi Ocaklarına bağlı). Tabi-ü Alem mehteri Saltanat sancaklarını korumaya memur edilen Alemdarlar ile Mehterhaneden meydana gelmiştir.

En başta gelen mehter takımı padişahınki idi,Bu mehtere tabi-ü Alem Hassa adını taşıyordu. Sonra Veziri Azam,kubbe vezirleri,defterdar,reisülküttap,beylerbeyi,sancakbeyleri ile Türkmen beylerinin mehterhaneleri var idi..Bektaşi geleneği olarak hep tek katlı mehter kurulmuştur. Padişah ve Vezirazama ait olanlar dokuz katlıydı.

Mehterin Kapatılması

1826 yılında yeniçeri Ocağı ,bağlısı Mehter ve Ahi Ocakları kapatıldı ve Yeniçeriler kıyımdan geçirildi. 1826 tarihi ayni zamanda Osmanlı topraklarında Bektaşi-Aleviliğin yasaklanmasının da tarihidir. Bu ocağın kuruluş sebebi, mevcud askerin azlığına rağmen, fetihlerin çoğalıp sınırların genişlemesi ve eldeki askerin de bu sınırları koruyamaz duruma gelme endişesi idi. Halbuki hem Rumeli’yi elde tutabilmek hem de yeni fetihlerde bulunabilmek için devamlı ve hükümdarın emir komutası altında bir askerî birliğe ihtiyaç vardı. Benzer teşkilatlar, yani esirlerden istifade etme sistemi, daha önceki Türk devletlerinde de vardı. Bu mânada Osmanlıların, Selçuklular ile Memlukluları örnek aldıkları anlaşılmaktadır.Yeniçeriliğin ilk kuruluşunda, orduya bin kadar yeniçeri alınmıştı. Bunların her yüz kişisine komutan olarak daha önce Türklerden meydana getirilen yaya askeri usûlüne uygun olarak bir “Yayabaşı” tayin edilmiştir.

Mehterin Yeniden Kuruluşu

Mehterhane 1826 da kaldırılarak yerine avrupai bandolar kuruldu ve maalesef repertuarı kaybolup gitti.Sonradan 1914 yılında Türkçülük cereyanının kuvvetlenmesi üzerine Enver Paşa’nın emriyle Mehteran-ı Hakaniye adıyla yeniden kuruldu ve askeri müzeye bağlandı. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Mehter)

Osmanli Askeri Bandosu

Mehter takımı sadece savaş zamanında düşmanları etkilemek amaçı ile çalınmaz. Mehter Takımı her gün padişahın bulunduğu yerde; yani padişah seferde ise çadırın önünde, değilse saraydaki muayyen yerinde ikindi namazından sonra nevbet vururdu. Bundan başka yatsı namazından sonra üç fasıl mehter çalınıp padişah’a dua edilir, sabaha karşı divan halkını namaza kaldırmak için yeniden nevbet vurulurdu. Ayrıca, Yedikule, Eyyub ( Bugünki Eyüp ), Kasımpaşa, Galata, Tophane, Beşiktaş, Anadoluhisarı, Üsküdar ve Kızkulesi’nde aynı saatlerde mehterhane çalınırdı. Buralarda vazife gören mehterlerin mevcudu bin kadardı. Devlet merkezlerinin dışındaki kalelere de muayyen vakitlerde mehterhane çalınırdı. Ayrıca sadrazamların, derya kaptanlarının, vezirlerin, beylerbeyilerin mehter takımları bulunurdu. Bilhassa sefer zamanlarında askeri çoşturmak ve düşmanın maneviyatını bozmak konusunda mehterlerin büyük hizmeti ve faydası olmuştur.

Hükümdar’a ait mehterhane 12 kat, yani her aletten 12 tane çalınırdı. Diğerleri ise, çalındığı yerin seviyesine göre yedi katlı veya dokuz katlı olurdu. Padişah sefere giderse, mehter takımı iki misline çıkarılırdı. Köseler yalnız padişahların mehterhanelerinde bulunur, sadrazam ve sair vezirlere ait mehterlerde bulunmazdı. Hükümdar sefere gittiği zaman, padişah mehterhanesi saltanat sancaklarının altında durup çalınırdı. Sefer esnasında önce padişahın, yoksa serdar’ın mehterhanesi ve sonra üç tuğlu paşaların yani vezirlerin, daha sonra ikişer tuğluların ( beylerbeyilerin ) mehterhanelerinin çalınmaları kanundu. Muharebe zamanında düşmana yaklaştığı zaman mehterin sesi arttırılır, bu sırada davul çalandı “ Yekdir Allah Yek ” ( Tekdir Allah Tek ) diye bağırırlardı.(www.mehter.com)

Osmanlı Türk İmparatorluğu kara orduları resmi bandosu “Mehter Takımı” diye anılırdı. Yüzlerce kişilik bu bando sefere çıkan orduların önünde, kendilerine özel yürüyüşleri ile yer alırdı. Kuşatma ve savaş sıralarında da özel, teşvik edici marşlar çalarlardı. Bugün İstanbul Askeri Müzesinde, belirli günlerde de merasim ve konserlerde, bu dünyanın en eski bandosunun müziği, eski özellikleri ile çalınmaktadır.

TÜRKLERİN TARİH BOYUNCA İÇ ASYADAN ANADOLUYA ANADOLUDAN ARAP YARIMADASINA , AFRİKAYA VE AVRUPAYA KADAR DEĞİŞİK COĞRAFYALARDA KULLANDIKLARI MEHTER MÜZİK ALETLERİ ŞUNLARDIR

Mehter Müzik Aletleri Ve Özellikleri – Makale,Ayvalık,Kuşadası,Harita(Km)” başlığı, www.noktavirgul.com adresinden alıntılanmıştır.

1-NEFESLİ MÜZİK ALETLERİ:
ZURNA, BORU, KERRENAY, MEHTER DÜDÜĞÜ, KLARNET

2.VURMALI MÜZİK ALETLERİ : KÖS DAVUL NAKKARE

ZURNA

Sipsili ağaçtan yapılan Türk borusudur. mehterin temel müzik aletidir.sesi canlı , heybetli ,duygulu ve kıvraktır. mehterde kaba zurna kullanılır.

Direk üflemeli çalgıların en yaygın ve hemen hemen en sevileni olan zuma ailesi, davul ile ayrılmaz bir bütün gibidir.

Eski Türklerin ”zuma” adlı bir çalgıyı kullandıkları bilinirdi. Türkçe’de kelime başlarında (Z) sesinin olmaması, zuma kelimesindeki (Z) harfinin bir yansıma olduğunu göstermektedir. Rus ve Kafkaslar da bu çalgıyı zuma diye tanımlarlar. Çinliler ”SU-NA” derler.

Dede Korkut hikayelerinde zurnacı ve nakkarecilerden sözedilmektedir. XIV. yy. Umur Beyin askerlerine karşı Ege’de yapılan bir savaşta, davul zuma ile karşı tarafın sinirlerinin bozulduğu ve savaşın kazanıldığı tarihi bir vesikadır. Halbuki Zuma kelimesi Türkçe olup, Farsça (dağan) ile nay (düdük, boru) kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir.

Asım Efendinin Burhan-ı katı tercümesinde Zurnanın Farsça olduğu söylenmektedir. Oysa ”zur” kökü ile ”na” ekinden meydana gelmiştir. Zur kökü ses taklidinden başka bir şey değildir.

İslamiyet’ten önce zurnanın adı I.yy.da ”yurağ veya yerağ” idi. Zurnanın gür ve yüksek frekanslı sese sahip olması çalgımızın salon yerine saha çalgısı olma özelliğini getirmiştir. Başlangıçtan zamanımıza kadar en az değişikliğe uğramış çalgılarımızdandır. Osmanlı İmparatorluğu zamanında saray nöbetlerinde ve savaşlarda bir çeşit ulusal bando olarak yer tutardı. Uzun yıllar davulla birlikte özellikle Türk köylüsünün müzik ihtiyacını karşılamıştır. Bazı ”anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zuma az, zurnada peşrev olmaz” gibi Türk deyimleri, sazımızın devamını ve unutulmamasını sağlamıştır.

Zurnanın yapısı: Zurnanın yapımında kullanılan en makbul ağaç erik ağacıdır. Bunu yanında kiraz ve zerdali’den de yapılır.

Altı tane üst ve bir tane alt delikte toplam 7 delik bulunur. Ayrıca zurnanın ön ağız bölgesinde (cin veya şeytan) deliği denilen delikler bulunur. Bunlar 6 tane olup, üçerli veya karşılıklıdır.

Zurnanın Bölümleri

A. Lüle: Bu kısma lüle denildiği gibi, ”etem” veya ”metem” de denilir. Zurnanın nezik kısmının içine geçirilmiş ağaç veya madenden yapılma bir zıvanadır. Bu zıvananın gümüşten olanlarının ucuna yine gümüşten bir kordon takılır ve zurnanın boyuna halkalanır. Tıpkı bir nargile ağzına benzeyen etem, zuma çalanların çok önem verdiği aletlerden birisidir. Takılan gümüş kordon bu aletin kaybolmamasını sağlamak içindir.

B. Nezik: Zurnanın ağaç kısmına başka renkte bir ağaçtan yapılmış ve monte edilmiş kısmıdır. Bu zurnanın ağzına kuvvet vererek çatlamasına yardımcı olur. Gerek nezik gerek etem istenildiği zaman çıkarılabilir. Bu ayrı ayrı muhafazasını da sağlar. Bazı zurnalarda sabit de olabilir. Fakat bunlar makbul değildir.

C. Soluk deliği: Zurna’nın alt taraftaki neziğe en yakın deliğinin ismidir. Kara Ali ismindeki zurnacı soluk deliğini şöyle anlatır . ”…Efendim soluk deliği adamın burnuna benzer. Adam oğlu ekmek yerken su içerken burnu olmazsa nefes alamaz. Bazı havalarda burundan ses çıkarır gibi zurnayı öttürmek gerekir. O zaman bu deliğe sağ elin baş parmağı ile dokunarak sağır ses çıkarırlar… ” Buna bazı Abdallar ”metem” diyorlar.

D. Cin-Seytan delikleri: Zurnacılar zuma borusunun sağ ve sol tarafında açılmış ince deliklere cin veya şeytan deliği adını verirler. Bu deliklerin ne işi yaradığı bilinmemektedir. Kara Ali ismindeki zurnacı cin deliklerinin hava almak için olduğunu söyledi.

E. Zurna borusu: Zurnanın ses çıkaran geniş ağzına denir. Borunun kenarları ve üst kısmı ekseriya gümüştendir. Cura borularında iki, büyüklerde üç tane şeytan deliği bulunur.

F. Hava döndüren: Zurnanın deliklerine verilen isimdir. Yedi tane olan bu deliklere yukarıdan itibaren, dört tanesini sağ el, geri kalan üç tanesini sol el idare eder. G. Avurtluk: Etem’e geçirilen değirmi bir alettir. Ağaç, kemik ve metalden yapıldığı olur. Bazen kenarları yontulur. En makbul avurtluk koyunun kürek kemiğinden yapılanıdır. Havanın dışarıya kaçmasını önlemede büyük etkendir. Boy ve seslerine göre dört çeşit zurna vardır. 1. Kaba Zurna 2. Orta Zurna 3. Cura Zurna 4. Zil Zurna.

BORU:

Boru, eski okunuşlarıyla borı, borguy, kurrenay ve Arapça’dan alınan nefir, hepsi aynı çalgıdır. Boru çalanlara, borizen veya nefiri denilirdi. Boruzen tabirine 1499 yılındaki bir kayıtta rastlanmaktadır.

Boru, Türkçe bir kelimedir. Boruyu Selçuklu Hükümdarı Alp Arslan’ın icat ettiği rivayet olunmaktadır. Türklerin 12 nci yüzyılda kullandıkları boru ya “Nay-ı Turki” deniliyordu. Eskiden tunçdan yapılan boruların Osmanlılar devrinde pirinçten yapıldığı anlaşılıyor. Nay-ı Turki, Hata ve Huten Türklerinin kullandığı bir buçuk arşın uzunluğunda bir borudur. Düdük gibi delikleri vardır ve bir kattır. Başı deve boynu gibi eğridir, sesi gürdür. Osmanlı Mehterhanesinin çaldığı borular sarı pirinçten yapılıyordu. Bu borular yalnız Osmanlı Mehterhanesine özeidi. Kırım Hanlarının mehter takımlarında ise Efrasiyab borusu denilen başka çeşit bir boru kullanılıyordu. Adına kurrenay denilen bu boru, Acem ve Osmanlı Mehterhanelerinde çalındığı bilinen uzun ve gittikçe genişleyen madeni iri bir borudan ibarettL Farsça Ferhenklerdeki nefesli sazlarla ilgili bilgiler arasında şu açık notlar vardır. Türk ve Acem’e mahsus korrenay Efrasiyab icadıdır. (Efrasiyab Orta Asya’da yaşayan bir Türk Hakanıdır. Türkçe adı Alp Er Tonga’dır.) Şahney ve Nay-ı Turki diye anılan bu boru savaşlarda da çalınırdı. 17 nci yüzyılda istanbul Unkapanı’nda dükkanı olan üstat bir saz yapımcısı, sarı pirinçten şimdi bildiğimiz boruları yapmaktaydı. Bu borulardan olmak üzere istanbul’da 40 sazendenin boru çaldığı biliniyor. Osmanlı mehterhane borusu, resimlerde perdesiz olarak görünmektedir.

Delikleri yoktur. Ağızlıktan itibaren ince ve düz olarak uzanır, ileride bir boyun ile kıvrıldıktan sonra geriye düz olarak gelir, tekrar kıvrılır ve önceki kıvrımının hizasını geçtikten sonra ağız genişleyip açılarak boru son bulur . Boru çalınırken sağ el ile kavranması kafidir. Atlı mehterlerin boruzenleri, boş kalan sol elleri ile atın dizginlerini tutarlardı. Sesler dudak vaziyetleri ile çıkarılırdı. Boruda peşrev çalınamazdı. “Zurnada peşrev olmaz” sözünün doğrusunun “Boruda peşrev olmaz” şeklinde bir 17 nci yüzyıl deyişi olduğunu Evliya Çelebi’den öğreniyoruz. Peşrev çalamayan boruların semai ve başka havaları da çalamayacağı bellidir. Bu günkü perdesiz borulara bakarak eski boruların kırık uygular halinde boru sesleri çıkardığını düşünebiliriz. Borular, mehterde kullanıldıklarından başka özellikle bir yönden başka bir yöne göç eden askerler içinde “göç borusu” vururlardı. Boru ile haber vermek Türklerde çok eskiden beri bulunmaktadır. iskender’in Türkistan’a yürümesi üzerine, Türk Hakanı Şu, Tuğ çaldırarak (askeri bando) göç etmişti. islamiyet’ten önce ve sonra göçebe-atlı Türk hayatında çok önemli yeri olan göçü Türklerin musiki ile haber verme yöntemini kullandıkları anlaşılmaktadır. Selçuklular zamanında da hükümdar bir yerden bir yere giderken borular çalınırdı. Sultan izzettin Keykavus, Sinop tarafına hareket ederken ” Filhal Sultan ayağını özengiye koyup bindi ve nefirler ve borular çalındı ” deniyordu. 1566′da Lala Hüseyin Paşa Anadolu askerini Belgrat’tan götürme emrini almış ve “borusun çaldırıp istanbul’a göçmüşlerdir” denilmektedir. 17 nci yüzyılda kara ordusunda ve donanmada bir yerden hareket edilirken borular “nefiri irtihaller ve “nefir-i rihletler” denilen göç havalarını çalıyorlardı. Osmanlı ve Kırım mehterhanelerinde göç sırasında yalnız boru çalındığı gibi, boru-kös birliği ile de göç havası vurulabiliyordu. Daha da geri gidilerek askeri mehterhane borularının çaldığı “göç borusu” geleneği, iskender çağında Asya’da (Balasagun) Türk Hakanı Şu’nun göç havası vurdurarak göç etmesine, Dede Korkut kitabındaki “boru urılıb” göçülmesine dayanır.

Osmanlı imparatorluğu zamanında askeri mehterhaneler yanında 1820′de yeni asker kıt’aları için ayrıca (Fransa’dan örnek alınan trampetlerle birlikte) tambur-majör denilen boru takımları teşkil edilmişti.

NISFİYE:

Çeşitli boyda Neyler vardır.Her birinin ayrı bir ismi vardır. Pestten Tize doğru isimleri: Bolahenk, Davut Mabeyn, Davut, Şah, Mansur Mabeyn, Mansur, Kız Mabeyn, Kız, Yıldız, Müstahsen ,Süpürde, Bolahenk Mabeyn ve Bolahenk Nısfiyedir. Bu isimler aynı zamanda Türk Müziğindeki perdelerin ve tonların da adıdır.
Yedisinin tonu naturel sesler, beşinin tonu ara sesler olmak üzere toplam Oniki çeşit Ney vardır. Bu 12 çeşit neyin boyu yarı yarıya kısa olan ve bir oktav yukarıdan ses veren neylerin isimi de “Nısfiye Neyler” dir. Nısfiye Neyler tam bir oktav dikten yani bir oktav tiz olarak tınlar. Bolahenk, davut gibi çok uzun ve çalması çok zor olan neylerin, daha çok nısfiyeleri kullanılır.

KERRENAY:

Pirinç ve gümüşten yapılan uzun ve bas sesli bir borudur.

Doğu Türkistanda , İran Türklerinde , Kazak Türklerinde , Kırgız Türklerinde yaygın olarak kullanılmış osmanlı mehterine IV. Murat’ın revan seferi sırasında girmiş fakat uzun süre kullanılmamış bir müzik aletidir. orta asya Türk devletlerinde halen kullanılan bir müzik aletidir.

Günümüz mehterinde kullanılmamaktadır.

MEHTER DÜDÜĞÜ:

Şekli yapısı hakkında bir bilgi mevcut değildir.

İlhanlı devleti dönemi mehterine ait müzik aleti olduğu sanılmaktadır.

KLARNET:

1917 yılında enver paşa’nın kurdurduğu ordu mehter takımlarında kullanılmış fakat sesinin yüksekliğinin az olması sebebi ile mehterdeki ömrü çok kısa olmuştur.

Klarnet ,zurnanın çağdaşı ,melodiyi çalma yeteneği üstün bir müzik aletidir.

KÖS:

Bakır büyük bir kase ile üzerine gerilmiş deriden oluşan iki tahta tokmak ile çalınan müzik aletidir. Farklı büyüklüklerde yapılan kösler at kösü , deve kösü ve fil kösü olarak adlandırılır.

Savaşların en önemli müzik aletlerindendir. Osmanlı ordusunun mohaç ve çaldıran seferlerine 500 kös ile gittiği bilinmektedir. DAVUL: Davulun başka adları; köbürge, küvrüğ, tuğ, tavul, tabll(tabl) dır. Davul çalanlara davulcu, tablızen, tabbal gibi adlar verilir. Davul Türklerin kullandığı en eski müzik çalgısıdır. 8 nci yüzyılda köbürge, daha sonraları tuğ ve 11 nci yüzyıl’da küvrüğ adınıtaşıyordu.

Davul, silindir biçiminde olup tahta veya .madeni kasnağıı;ı iki yanına gerilmiş derilerin bağlanmasından meydana gelir. Omuza asılacak kaytanı ile vurulmasında kullanılan tokmak ve incedeğnekten ibarettir (Şekil 3-3). Mehterde ve halk arasında çalınan davullar,o bu şekilde tokmak ve değnekle çalınır. Hando ve boru-trampet takımlarında kullanılan davullar ise ,qeğneksiz olarak yalnız, ör:ı tarafına tokmakla vurularak çalınır. Davul, çok uzaklardan duyulabilecek bir ses gücüne sahiptir. Uzaktan çalarak gelen, bir takım.ın yaklaştıkça ilk duyulan çalgısı davuldur.o Davul, mehterhanelerde usulleri en iyi vurabilen bir çalgıdır. Ses kudretini iyi belirtmesinden dolayı insanın taşıdığı en güçlü çalgılardan biridir.

Davulun müzik icrasında kullanılmasınçlan başka haber vasıtası olarak çeşitli işlerde kullanıldığı zamanlar olmuştur . Yalnız başına ilan ve haber verme işlerinde, harpte dağılmış askeri biraraya toplamakta, ‘o bekar odalarında, hanlarda, şehirlerde akşam kapılar kapanırken”yangın haberinde; fetih haberinde, divan kurulduğunu haber verme işlerinde, askere safdüzeni almasını işaret etmekte ve kale muhasaralarında düşman lağımlarının yerini bulmakta kullanılmış-,olduğu bilinmektedir. Çeşitli işlerde kullanılan. davulun aldığı görevler; tabl-ı beşaret, tabl-ı asayiş, tabl-ı cenk veya saf, tabl-ı cenk-i harbi, tabl-ı derbend,tabl-ı ordugah nöbetleri, tabl-ı yangın haberleri ve tabl-ı lağım bulmadır. Davulun aldığı görevlerin açıklamaları aşağıdadır.

a. tabl-ı Beşaret: Bir kale fethedildiği zaman çalınan davula verilen addır. Fetihler, fetihleri olan hükümdarlar tarafından fetihname veya beşaretname denilen mektuplarla komşu hükümetlere ve yurt içindeki vilayetıere bildirilirdi. Fetih haberi alan vilayetlerde, kalelerde fetih şenlikleri yapılırdl. tabl-ı Beşaret denilen davul çalınması da bu sebeptendir. Mısır seferinde Tumanbay ele geçirildiği zaman Yavuz Sultan Selim’in huzuruna “tabl-ı Beşaret” gümbürtüleri ve top gürültüleri arasında törenle çıkarılmıştı.

b. tabl-ı Asayiş: Harpte gece bastırınca askerin dağılarak birbirlerinden ayrı düşmemesi için çalınan bir düzümdür. Asayiş davulu çalındıktan sonra çarpışmaya son verilir, herkes olduğu yerde kalır ve etrafa karakollar konularak sabah olması beklenirdi.

c. tabl-ı Cenk veya Saf: Savaşın başladığı anı tespit için çalınan davul tarafından yapılan bir düzümdür. Bazen kösün katılmasıyla da çalındığı olurdu. Saf düzümü çalındığında asker, bir nevi harp düzeni olan saf teşkil eder ve bu şekilde savaşa gidilirdi. Bundan dolayı 14 ncü yüzyıldan başlayarak harplerde saf teşkil edilerek davulların ve Köslerin saf usulü vurması devam etmiştir. 1402′de Ankara muharebesinde Sultan Yıldırım Beyazıd, Timur’a karşı harbe başlarken saf çalınıyordu. “Sultan Beyazıd sancakları çözdürdü, kösler çalındı, saf-ber-saf bağlandı”. Fatih Sultan Mehmet sefere giderken Kara Buğdan kazasında “Hey gaziler ne durursuz, gayret-i islam’dur, ve illa saf saf olup alaylar bağlansın” demiştir.

ç. tabl-ı Cenk-i Harbi: Biten savaştan sonra divan toplantısını haber vermek için çalınan davullara tabl-ı cenk-i harbi denir. 1596 da Varna’da baskıncı Kazaklar yenilgiye uğratıldıktan sonra cenk-i harbi davulları ile divan kurulmuştu: ” Bade Paşa’nın seraperdesi gelüp cümle ordu-yu islam tınap tınabe çataçet kurulup; cenk-i harbi tablıları döğülüp divan-ı padişah-i oldukta” ifadeleri kayıtlarda mevcuttur.

d. tabl-ı yangın haberleri: istanbul’da ağa kapısındaki yangın köşkünden görülen yangınlarda çalınan davullardır. e. tabl-ı Ordugah: Ordugahı koruyan karakol erlerinin ve kalelerde nöbet bekleyen erlerin uyumaması için çalınan davullardır. Bu davullar çalarken Yektir Allah! diye bağırırlardl.Mahmut Şevket Paşa da bunu şöyle bildiriyor. “Ordugah ve kala’da asker hal-i teyakkuz ve intibah üzere bulundurmak için davul çalınır idi. Tablzen davul çaldıkları vakit ara sıra “Yektir Allah” deyü, bağırırlar ve davulu ol vezinde çalarlar idi” demektedir.

f. tabl-ı Derbent: 17 nci yüzyılda kervansaraylarda, hanlarda ve bekar odalarında ve şehir kapılarında yatsıdan sonra kapılar kapanacağından kimsenin içeri alınmaması veya dışarı çıkmaması için verilen işaret üzere çalınan davullardır. Bu yüzyılda Malatya’da bekar odalarında, Rumeli’de sınır kalelerinde, Tatvan’da, davul çalınıp kapılar örtüıürdü. (Süleyman Han (Kanuni) zamanında Zal Paşa Tatvan’da müfid ve muhtasar bir kal’a bina ettürüp derbent çalınır olmuştu.)

g. tabl-ı Lağım Bulma: Kale kuşatmalarında düşmanın, kale duvarlarını yıkmak için lağım kazıp kazmadığını anlamaya yarayan hassas davullara denir. Bunlar yere dikili iki ağaç üzerine oturtulur, ve üstüne çomağı bağlanır. Tokmak titrerse düşmanın kazma faaliyetinde bulunduğu anlaşılır ve derhal karşı tedbir alınırdI. Türkler bu usulü Kanuni Sultan Süleyman’ın Rodos kuşatmasında bulmuşlar ve uygulamışlardır.

Tarihin ilk çağlarından itibaren Asya’da Hunlar, Mezopotamya’da Sümerliler tarafından kullanıldığı anlaşılan davulları, Romalılar çarpıştıkları Hun ve Avarlar’da görmüşlerdi. Avrupa’ya geçerek tanıtılıp yerleşmesini sağlayan ise 16 ncı yüzyıl’da Osmanlı Türkleri olmuştur. Türk ordu bandosunun baş sazı olan davul Avrupa’da Turkishche Trommel veya Tambour des Turcs diye anılmaya başlamıştı. Osmanlı Mehterhanesinden örnek alınarak Avrupa’da kurulan takımlardan, sanat müziğine de geçmişti. GLUCK adındaki besteci, Mekke hacıları operasında (1764) davula yer vererek zille birlikte icra ettirmiştir. Yakındoğu ülkelerinde de davul, Türklerden kalma olduğunu ismi ile birlikte saklanmıştır. 1809′ da davula Mısır’da “tabl Tourky” (tabl-ı Turki) ve Libya’da “Soultanen Dourgui” (tabl-ı Sultan-i Türki) deniyordu. 1776′ dan 1854′e kadar geçen sürede viLLOTEAU, MOZiN, BoisTE başkaları tarafından davulların Türk menşei iyice belirtilmiştir. SPONTiNi, La Vestale (1807 ve Fernand CORTES (1809) operalarında kullandıktan sonra davula orkestrada da ye’” verildi. BEETHOVEN Savaş Senfonisi’ nde (1813) davula top gürültülerini temsil ettir BERLioZ Faust eserindeki Macar Marşında, RossiNi ile WAGNER de operalarında da kullanmışlardır.

NAKKARE:

Üzerine deri gerilmiş iki bakır kaseden oluşur. Önceleri yerde bağdaç kurularak çalınan nakkare y ürüyüş halinde bele bağlanarak çalınırdı.

Günümüzde ise göğüse dayalı olarak çalınmaktadır.Ana usulün , usül aralarını doldurur. Ezgiye canlılık katar.Mehterde atların nal seslerini ifade eder.Zahme adı verilen iki küçük bagetle çalınır.

TABILBAZ:

Büyükçe bir nakkareden ibarettir. Atın eğerine bağlanarak tura ( tokmak ) vurmak sureti ile çalınır. Günümüz mehterinde kullanılmamaktadır.

En yaygın olarak kullanıldığı dönem ilhanlı ve selçuklu dönemidir.

DEF:

Esnaf mehterlerinin başlıca müzik aletidir.bir tarafı açık öbür tarafına deri gerili bir kasnaktan ibarettir.kasnakların üzerinde madeni pullar veya zincir vardır.

Def çalarken bu pullar veya zincirler birbirine vurarak ses çıkarır.Parmakla vurularak veya sallayarak çalınır. Çeşitli tartımlar elde edilebilir.

ZİL:

Zil en eski Asya Türkçesinde, çeng, çang gibi adlar taşırdI. Zile, sanç ve zenç de denilirdi. Zil çalanlara zilci , zençci ve zilzen gibi adlar verilmiştir. Ziller, bakır ve kalay karışımında yapılır. Zillerin kenarları tam birer daire şeklindedir. Sağ elde ve sol elde birer tane bulundurarak ikisinin birbirlerine vurulması suretiyle özel bir tını elde edilir. Zil çalgısı ilk olarak çeng adıyla, Kaşgarlı Mahmut’un 11 nci yüzyılda yazmış olduğu Divan-ı Lugat-it Türk’ de geçer. çeng ve çang olarak Osmanlı metinlerinde, 16 ncı yüzyıldan sonra sık sık rastlanır. Böylece Türk Müziği’nde 1000 yıla yakın olan geçmişi ortaya çıkmış oluyor.

Türk Ordusunun Avrupa’ya akınıarı sırasında mehterhaneden örnek almış olan Avrupalılar, 1740′da kendi çalgı takımlarında kullanarak zile yer vermişlerdi. Besteci GLUCK tarafından yazılan Mekke hacıları operasında zile, davulla birlikte yer verilmişti (1764). Daha önce Alman din bilgini F.A. LAMPE 1703 te yayınladığı 450 sayfalık bir kitapta çalgının eski zamanlardaki kullanılışını anlatmış, bu konuda sonradan derlediği bilgileri 1715′te ikinci bir kitapta yayınlamıştır. Yüzyıl kadar sonra BERLİOZ küçük çaplı zilleri Romeo ve Jüliet adlı eserinde kullanmıştır. Diğer bir adıyla Çampara denilen ve Avrupa adıyla da (Cymbales Turgues) adını taşıyan bu zillerin en iyisi bugün de Türkiye de yapılmakta ve dış ülkelere istanbul’dan ihraç edilmektedir.

ÇEVGEN

Bir metre uzunluğundaki değneğin uç kısmına geçirilmiş bir hilalin etrafına dizilmiş 8-10 çıngıraktan oluşur.Ritim tutmaya yarar. Çevgen Mehterde okuyucuların kullandığı müzik aletidir.Osmanlı döneminde çevgenler Mehter içinde kullanılmaz , Yeniçeri ocağında habercilerin duyuru aracı olarak kullanılırdı.19. yy. Mehterinde Arif-i Paşa albümünde yer alan mehter gravüründe çevgen mehterin içine girmiş ,okuyucudan ziyade dualarda kullanılmış ve Mehterbaşı’nın davetinde rol almıştır.1911′den sonra çevgen okuyucuların mehter içinde marşlara söz ile eşlik edilmesinde aktif olarak kullanılmıştır. Yeniçeri ocağında toplantı esnasında kapıya asılan çevgen, odaya girilmeyeceğini ve içeride önemli bir karar alındığını belli eden bir unsur olarakta kullanılmıştır.

Mehter Müzik Aletleri Ve Özellikleri – Makale,Ayvalık,Kuşadası,Harita(Km)” başlığı, www.noktavirgul.com adresinden alıntılanmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Free Web Hosting